torsdag 22. juli 2021

22 Temmuz - Terörist Breivik ve avukatı

 

Terörist Breivik ve avukatı 

Oslo bakanları arasında en tanınmış isimlerden biri, belki de en tanınmışı, Oslo’nun Sanayi ve İskan bakanı Geir Lippestad. Kendisiyle birlikte çalışmak ayrıcalığına sahip olduğum Lippestad, Norveç’in dünyaca tanınmış teröristi Breivik’in avukatlığını yapmış bir hukuk adamı aslında! 


Bilindiği gibi, Norveçli ve aşırı sağcı ideolojiye mensup terörist Anders Breivik, 22 Temmuz 2011 tarihinde, Norveç’in ve belki de dünyanın bugüne kadar görmediği bir şekilde, biri Oslo’nun merkezinde diğeri Oslo’nun biraz dışındaki Ütöya Adası’nda olmak üzere iki büyük terör eyleminde, aynı günde ve neredeyse teker teker 77 kişinin canını aldı. Nazi yanlısı sitelerde yazılar yazan, English Defence League gibi aşırı sağcı organizasyonlarla ilişkisi bulunan teröristin, bu büyük katliamının temelinde aşırı milliyetçi ve İslam karşıtı görüşleri yatıyordu. 


Breivik’in infaz kararına maruz kalanlar, genelde “düşmanla” işbirliği içinde olduğuna inandığı solcular, özelde de o tarihte iktidarda olan İşçi Partisi hükümetinin bakan ve bürokratlarıyla, partinin gençlik koluna mensup ve gelecek vaat eden gençlerdi. Breivik, İşçi Partisi’ni, Müslümanların Norveç’e girmesine engel olmayarak ülkenin İslamlaştırılmasına  ya da “Araplaştırılmasına” göz yummakla suçluyor, şu an toplumun cinayet işlemek zorunda kaldığı için kendisine kızgın olduğunu, bunu anladığını, ancak ileriki kuşakların ülkesini İslamlaşma tehlikesinden kurtardığı için kendisine teşekkür edeceğini savunuyordu. 


Breivik’in 1500 sayfalık manifestosunu hala internette bulabilmek mümkün . İslam’ın iflah olmaz bir din olduğu konusunda sayfalarca yazdıktan sonra, Breivik 733. sayfada “Atatürk yaklaşımının” da çoktan basarisiz olduğunu yazıyor ve Avrupa demokrasisini koruyabilmek için Müslümanların Avrupa’dan atılmasının niçin gerektiğini şöyle “açıklıyor”: 


Pek çok ılımlı kültürel muhafazakar, sadece Şeriat’ı yasaklamakla Müslümanların entegre olmasının sağlanabileceğini sanıyor.


Ama bu tür “Atatürkçü yaklaşımlar” problemi çözmez, sadece erteler. Türkiye 90 yıl önce, Atatürk zamanında askeri güç uygulayarak, zorla laik oldu. Peki sonuç? Şeriat 80-90 yıl boyunca pusuya yattı. Avrupa Birliği’ne girebilmek için bazı serbestiler getirilince, elverişli bir durum ortaya çıkar çıkmaz, uyuyan dindarlar uyandı ve son seçimi İslamcı ittifak kazandı. Ordunun desteklediği Türkiye’nin laik elitleri, şimdi antidemokratik bir biçimde çoğunluğa (İslamcı ittifaka) uymayı reddediyor. Türkiye bu yüzden diktatörlük konusunda ders kitaplarına iyi bir örnek oluşturuyor. Atatürk başarısız oldu çünkü İslam tahmin edemeyeceğiniz kadar dayanıklıdır. Islam’ı Şeriat’tan (ve tüm politik yanlarından) ayırmak imkansızdır.


Müslümanları bir süreliğine laik olmaya zorlayabiliriz ama 90 yıl beklemek sorunda kalsalar da, daha çok Şeriat istemi yeniden hortlayacaktır.  Bu esnada da İslamcılar çoğunluğu elde edecekleri için, tüm istediklerini demokratik bir bicimde yapabileceklerdir. 


Dolayısıyla, ironik bir şekilde, şimdi Müslümanları sınır dışı etmezsek, onlar çoğunluğu ele geçirecekler, ve bizim de tek yapabileceğimiz şey demokratik olmayan bir şekilde onları bastırmak olacaktır. (...) Ben demokrasinin güçlü bir savunucusu olarak bu faşist yaklaşımı destekleyemem. Bu yüzden, bizler, Avrupa’nın kültürel muhafazakârları ve anti-faşistleri demokrasi ve özgürlüğü korumak için elimizden geleni yapmalı, gücü ele geçirip katı ama adil bir demokrasi uygulayarak faşist bir diktatörlüğü engellemeliyiz. Bu, ancak, zamanı geldiğinde silahlı mücadele ve askeri darbeyle mevcut “multikulturalist” (cok kültürcü) Batı Avrupa yönetimlerini devirmekle olacaktır. Bu, uzun dönemde demokrasiyi koruyabilmemizin tek yoludur. Evet, bu kanlı olacaktır. Ama demokrasi, ülkelerimiz ve insanlar için değilse ne için gereklidir bazı fedakârlıklar?  


Bu islamofobik mantık sadece manifestonun içinde yazılı sözlerden ibaret olsaydı keşke. Bu “mantığın” çoğu genç olmak üzere 77 kişinin canına mal olmuş olması inanılmaz bir şey!  


 

Breivik’in terör eylemlerinden beş gün sonra “Norveç'te terörist imajı değişiyor” başlığı altında Turnusol’da şunları yazmıştım:


Norveç toplumunda üç şeyi gözlemleyebiliyorum: Birincisi, son yıllarda internette ırkçı ve Müslüman karşıtı yazıların hem sayısında hem de içerdiği nefret, kullanılan dil açısından ciddi bir tırmanış. İkincisi, popülist sağcı, İlerlemeci Parti'nin (Fremskrittparti) oylarının artıyor olması ve hemen hemen bütün partilerde bir sağa kayış gözlenmesi. Son olarak da, sıradan Norveçliler arasında "Hıristiyan kültürün korunması" gerektiği yolundaki söylemlerde artış. Kendilerini "bireysel Hıristiyan" ya da "kültürel Hıristiyan" olarak tanımlayanların sayısı 10-15 sene öncesinde belki yüzde on civarındayken, bu oranın  şimdilerde yüzde otuzlara çıktığı tahmin ediliyor.


Anders Behring Breivik'in aşırı sağcı örgütlerle ve kişilerle ilişkisi olduğu ortaya çıkmakta. Kendisi de modern bir 'Haçlı şövalyesi'. Avrupa'yı Müslümanlardan korumak adına kendini feda edecek kadar "kahraman" bir şövalye!


Breivik iki şeye karşı: kültür marksistleri (ya da multi-kültüralistler) ve Müslümanlar! Avrupa’nın bu gidişle Müslümanlar tarafından istila edileceğine, Norveçli solcu politikacılarınsa bizi bu istiladan koruyacağı yerde saldırganlarla işbirliği yaptığına inanıyor.


Kendi kendime, böyle düşünen birinin neden bir camiye değil de, yaz kampındaki genç politikacılara saldırdığını sordum. Anlaşılan o ki, bu aşırı sağcı ve ırkçı gözü dönmüş terörist, “düşmandan” çok “düşmanla işbirliği yapan kendi politikacısını” suçluyor. Irkçılığıysa Müslümanlara değil, Müslümanlığa yönelik. Kişisel olarak teker teker Müslümanlardan nefret etmediğini söylüyor, hatta zaman içinde Müslüman arkadaşları da olmuş. Ancak Müslümanların inandıkları her şeyin yanlış ve tehlikeli olduğunu söylüyor.


Bu trajedide belki de tek olumlu şey şu: Şimdiye kadar Norveç'te ve tüm Batı'da, "Tüm Müslümanlar terörist değil tabii ama, tüm teröristler Müslüman!" deniyordu. Aşırı sağ zihniyetin bu korkunç teröründen sonra, en azından artık bunu söylemek mümkün olmayacak.


O günlerde Aftenposten redaktörü Per Anders Madsen de benzer bir yaklaşımla şöyle diyordu:


"Bu terörü İslamcılar yapmış olsaydı, giderek daha çok kültürlü bir yapıya dönüşen Norveç toplumu, kendini bir güven krizinin içinde bulacaktı. Politikacılar ve kamuoyunun görüşlerini oluşturan diğer aktörler bu tür eylemlerin arkasında aşırı güçlerin olduğunu ve tüm Müslümanların bu tür katillerden sorumlu tutulamayacağını söylese de. Katilin bir Norveçli çıkmasıyla Müslümanların rahat bir nefes aldığını sanıyorum. Bu da çok doğal.


Dolayısıyla Norveç şimdi başka bir krizin içinde. Bir sürü soru cevaplanmayı bekliyor: Anders Behring Breivik'i anlamak gerekiyor mu? Öyle ise onu nasıl anlayacağız? Norveç'in kendi içinden biri nasıl oldu da böyle ölümcül bir fanatizme kayabildi? Bunda yıllardır ekilen milli duyguların, kutuplaşmaların ve korkuları yayan parti ve medyanın rolü ne oldu? Aşırı uçlarla mücadele ederken polis, akademisyenler ve medya sadece aşırı islamcı örgütlerin derdine düşüp, görmesi gereken başka uçlara kör mü kaldı?


Hükümet merkezindeki ve Utoya'daki olaylar gerçekten korkunç. Şu anda yas tutan Norveç halkı, daha sonra işte bu sorulara cevap vermeye çalışacak." 


Olaydan bir hafta sonra, 29 Temmuz 2011’de bloğumda yazdığım yazıda, Norveç’teki Türklerin ve Müslümanların, ve genel olarak tüm toplumun terörün ardından yaşadıklarını şöyle dile getiriyordum:


Şehrin merkezindeki bakanlık binalarına yönelik bombalı saldırıdan sonraki ilk saatler içerisinde herkes saldırıyı İslamcı terör gruplarından birinin yaptığını düşündü. El Kaide’nin adı geçmeye başladı. Bu durum göçmenleri ve özellikle Müslüman göçmenleri çok tedirgin etti. Konuştuğum Türklerin pek çoğu ”Eyvah, yandık!” diyorlardı. Bunun Norveç’te ve Avrupa’da yabancı düşmanlığını arttıracak bir eylem olmasından korkuyorlardı. Nitekim sonradan gazeteler, bomba haberiyle Ütöya’da gençlik kampında ateş açıldığı haberli gelene kadar geçen o kısa sürede, Müslümanların taciz edilmesi olaylarının yaşanmaya başladığını  yazdı. Örneğin, o sırada Oslo’nun zengin bölgelerinden birinde elinde dört yaşındaki kızıyla yürüyen Müslüman bir kadın, birinin kendisine ”Pis çöplük!” diye bağırdığını anlatıyordu.


Ama olayın aşırı sağcı ve ırkçı bir Norveçli tarafından yapıldığının anlaşılmasından sonra herkesin duygularında büyük bir değişiklik oldu ve toplum tek kelimeyle şoka girdi! Terörü El Kaida gibi örgütlere mal etmeye alışmıştık. Onların davasını çok konuşmuştuk. Ancak şimdi, sakin ve saygılı insanlardan oluşan Norveç toplumunda nasıl olup da Norveçlilerden biri böyle bir katliama girişebilmişti? “Aramızdan biri” nasıl olup da Müslümanlardan ve çok kültürlü bir Norveç’ten böylesine nefret edebiliyordu? 


Sanıyorum kimi Türkler ya da genel olarak kimi Müslümanlar teröristin bir Norveçli olduğu ortaya çıktığında bir şekilde rahatladılar. Ancak bu ”oh olsun, cani onlardanmış” şekline hiç dönüşmedi. Çünkü Norveç’te Norveçli ahbaplarıyla ve iş arkadaşlarıyla huzur içinde bir arada yaşayan pek çok Türk için, konu onlar ya da biz değildi. Herkes bu toplumsal facianın hepimize, her şeyden önce de demokrasiye yöneltilmiş bir darbe olduğunun farkındaydı. Zaten terörist, Müslümanlardan çok demokrasiye karşıydı. Yoksa neden hedef olarak bir camiyi değil de politikanın kalbini ve geleceğin politikacılarını hedef seçsindi?


Bu korkunç eylemin ardından “soğuk” insanlar diye tanımlanan Norveçliler bir günde sıcak bir topluma dönüştü. Teröre, nefrete, kitlelerin katliamına karşı duran, barış ve demokrasiden vaz geçmeyeceğini bağıran insanlarıyla Norveç, tarihinde ikinci Dünya Savaşı'ndan beri ilk kez bu kadar büyük bir şekilde, günlerce, on binlerce insanın toplandığı büyük kalabalıklarla teröre karşılık verdi. Halk, başbakan Stoltenberg’in “Biz asla nefret etmeyeceğiz. Şiddete şiddetle değil, sevgiyle karşılık vereceğiz” diyen söyleminin izinden giderek birbirine kilitlendi ve sevginin nefreti yeneceğine dair bir inancın etrafında birleşmeyi tercih etti.


Göçmenler de bu birlikteliğin bir parçası oldu ve saldırılardan sonra, şiddete şiddetle değil daha çok demokrasi talebiyle yanıt veren bu uygar toplumun bir parçası ve bir “Norveçli” olmaktan gurur duyduklarını dile getirdiler.


Türkiye’de ise basından takip edebildiğim kadarıyla, “tüm Norveç ve tüm Avrupa Müslümanlardan nefret ediyormuş, Müslümanlar müthiş bir tehlike altındaymış ve bütün Norveçliler ırkçıymış” gibi bir hava yaratılıyor. Oysa biz burada yaşayanlar, Norveç toplumunun bir parçası olanlar, çocuğu yuvaya ya da okula gidenler, hastanede, devlet dairesinde, özel şirkette.. çalışanlar, her gün Norveçli dostlarımızla bir arada olanlar bunun doğru olmadığını biliyoruz. Kendimize hem Türk hem Norveçli diyoruz ve bundan gurur duyuyoruz. Bu facia Norveçlilerle göçmenler arasındaki ve tüm toplumdaki beraberlik ve aidiyet duygusunu güçlendirdi.


Şu an toplum hala yas içinde. Ölenlere ve yakınlarına saygı gereği bu toplumsal yas, şu an her şeyden önce insani boyutlarıyla yaşanıyor. Örneğin tüm partiler normalde önümüzdeki hafta başlayacak olan seçim faaliyetlerini iki hafta erteleme kararı aldılar. Olayın ideolojik, politik ve toplumsal boyutları ise yeni yeni tartışılmaya başlanıyor. Toplumsal bir kutuplaşmayı önlemek için, başbakan ve diğer solcu politikacılar katliamın sorumluluğunu sağcı partilerin sözcülerine yüklemenin, onların söylemlerine bağlamanın yeri ve zamanı olmadığını vurguluyorlar. Bunu seçim malzemesi yapmama kararı aldıklarını belirtiyorlar. Patlamadan sonraki anlarda Müslümanlara yöneltilen kötü davranışlardan, taciz olaylarından dolayı Norveç veliaht prensi tüm Müslümanlardan özür diledi.

 

Ben yine de iyimserim. En azından “Tüm Müslümanlar terörist değil, ama tüm teröristler Müslüman,” lafı artık söylenemeyecek. İslam’ı teröre bağlayan, terörle dini bağdaştıran anlayış bir son bulacak. Nasıl şimdi hiç kimse Breivik için “Hristiyan terörist” demiyorsa, “İslamcı terörist” lâfı da rafa kaldırılacak. “Avrupa’da çok kültürlülük başarısız oldu!”, demeye bir son gelecek. “Müslümanlar Avrupa’ya uymuyor!”, demeye bir son gelecek. Çünkü bilinecek ki o zaman birileri bu olumsuz kehanetleri alabilir, tıpkı Yahudilere yapıldığı gibi “Müslümanlar Avrupa’dan atılsın!” diyebilir, hatta bunun için öldürebilir!

 

Norveç’te ve Avrupa’da politikacıların sorumluluklarının farkına daha çok varacaklarına inanıyorum. Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve ırkçılıkla mücadele etmenin zorunluluğunu anlayıp, bu yolda somut adımlar atılması için daha ısrarlı olacaklarını düşünüyorum. Kısacası aşırı milliyetçiliğin marazdan doğup maraz getirdiğini görecekler ve çok kültürlülüğün Avrupa için sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir avantaj olduğunun altını çizecekler.


O zamanki kehanetlerim ne yazık ki henüz gerçekleşmiş durumda değil.  Avrupa’da islamofobi ve ırkçılık yükselerek devam ediyor. Ancak ben yine de Norveç toplumunun ve demokrasisinin bu travmadan güçlenerek çıktığına inanıyorum.


Olaydan 4 sene sonra, 22 Temmuz 2015’de yazdıklarım da bence bunu gösteriyor:


Norveç’te Anders Breivik’in nefret dolu katliamının ardından 4 yıl geçti ve Norveç bu 22 Temmuz günü,  bir kez daha Ütöya katliamıyla yüzleşiyor. Katliamın dördüncü yılında, Türkiye Suruç'ta ölen gençler de anıldı.


Oslo’da, hükümet binalarına bombanın ilk atıldığı yerde, “22 Temmuz Merkezi” açıldı. Burada Breivik’in bombayı içinde bırakıp kaçtığı minibüsün parçaları gibi tüm çıplak gerçekler ve katliamın dakika dakika gelişimi bir zaman cetveli içinde sergileniyor. 22 Temmuz Merkezi, bilginin nefret, şiddet ve her türlü aşırılıkla mücadelenin tek yolu olduğundan yola çıkarak, halkı olanlar hakkında bilgilendirmeyi amaçlıyor.


İşçi Partisi Gençlik Kolu’nun, katliamın gerçekleştiği o gün toplandığı Ütöya adası da bugün halka açıldı. Adada yapılan anma töreninde, ölen gençlerden birinin babasıyla yapılan röportajda acılı baba, böyle bir ortamda acıların paylaşılmasının kendisi için ne kadar önemli olduğunu söyledi. Ada, bugün terörün ve acımasızlığın içinden çekip çıkarılarak yeniden halka dönüyor.


Bugünkü anma töreninin ana konuşmacısı, İşçi Partisi Gençlik Kolu (AUF) başkanı Mani Hüseyni’nin Suriye kökenli oluşu da sembolik olarak son derece önemli. Bilindiği gibi Breivik bir İslam düşmanı olarak, İşçi Partisi’nin Norveç’e Müslüman girişine göz yumduğu, Norveç’i Müslümanlara teslim ettiği ”gerekçesiyle” bu katliamı gerçekleştirmişti. Acaba Brevik şu an hücresindeki televizyondan anma törenini naklen izlerken, İşçi Partisi Gençlik Kolu başkanının Müslüman kökenli bir genç olması konusunda neler düşünüyor?


Bu arada Breivik’in bu günlerde Siyaset Bilimi okumak üzere Oslo Üniversitesi’ne başvurduğunu da eklemek gerek. Başvurusu kabul edilmekle beraber, derse devamının pratik koşullarını yerine getiremeyeceği için ”eğitimi” mümkün olmayacağa benziyor. Kendisine “play station” verilmezse de açlık grevine gideceğini söyleyen Breivik, tüm Norveç’i şaşkına çevirmeye, nefretleri yeniden üzerine çekmeye devam ediyor.


Bugünkü törende Mani Hüseyni konuşmasında şunları söyledi: ”22 Temmuz Norveç’i yoksunlaştırdı. Arkadaşlarımız şu an hayatta olsalardı Norveç kuşkusuz biraz daha ilerde olurdu. Onları düşünmeye, özlemeye devam etmeliyiz. Bu şekilde onlar da bizimle olup, geleceği biçimlendirmeye devam edeceklerdir.”


22 Temmuz’da hayatlarını kaybedenler için adada yapılan daire şeklindeki anıtta, aralarında Türk kökenli Gizem Doğan’ın da olduğu öldürülen gençlerin hepsinin adları yazılı. Anıt sonsuzluk ve beraberliği temsil ediyor.


Mani Hüseyni konuşmasını ”Yoldaşlarımızı hatırlamak ve anmak için Ütoya’ya gelmeliyiz,” diye sürdürüyor. ”Bir arada durmaya, birbirimizi sevmeye devam etmeliyiz,” diyor. ilginç olan Hüseyni’nin bu kısa ve anlamlı konuşmasında Suruç’daki katliama da yer vermesi. Gençlerin terör kurbanı oluşu açısından birbirine benzeyen bu iki olay arasında paralellik kuruyor. ”30 Kürt ve Türk sosyalist genç, Kobane’ye giderken terörün şiddetiyle karşılaştılar. Onların yakınlarının duydukları acıyı biz  de yaşadık ne yazık ki!” diye ekliyor.


Hüseyni’nin konuşmasındaki son sözleriyse gerçekten çok anlamlı: ”Aşırılığa (ekstremizme) karşı birlikte mücadele etmeliyiz. Norveç’te bizler aşırı sağcı terörün kurbanı olduk. Nefret, yabancı düşmanlığı ve rasizm… Bunlar tehlikeli akımlar. Bizler tüm bunlara karşı insan onurunu koruyacağız. Böyle bir kabusu bir daha yaşamamak için her şeyi yapacağız. Asla unutmayacağız!"


Demokratik bir hukuk devletinde terörist ve canilerin de iyi bir savunmaya hakkı olduğu inancıyla, 77 kişinin canını alan Breivik’in avukatı olmayı kabul eden Geir Lippestad ise, duruşmanın sürdüğü aylar boyunca Breivik’in savunmasını yaptı. Norveç, bir caniye bile savunma hakkı tanıyan toplumsal bir sözleşmenin, demokratik ve barış içinde yaşayabilecek bir toplumun garantisi olduğu bilincini Lippestad sayesinde pekiştirdi. Lippestad bu bilinci sürekli halka aktararak Norveç toplumunun o travmatik dönemde kavga kıyamet olmadan, linç söylemlerine girişilmeden, toplumun sadece bir kişiyi değil “insan katleden ırkçılığı” yargılamasını  sağladı.


Zaten Lippestad’in yaklaşımı da bir tesadüf değil, Norveç başbakanın “Ama biz ne olursa olsun nefret etmeyeceğiz!” diyen söyleminin devamı bir zihniyetti. Lippestad, başbakan ve devlet, tek sesli bir biçimde “Teröre daha çok demokrasi, daha çok insan hakkı ve daha çok sevgi ile cevap vermek, bir teröriste yapılacak en büyük kötülüktür. Çünkü o zaman terör amacına ulaşamamış demektir,” diyordu. Bu da tüm halkın daha sağduyulu bir tavır takınmasına öncülük ediyordu. 


Mahkemenin önünde iki seçenek vardı: Bir adada sıkıştırdığı onlarca genci teker teker öldüren Breivik aklî dengesi yerinde olmayan bir zavallı mıydı, yoksa planlı programlı bir terörist, bir katil mi? 


Yargılanmanın sürdüğü aylar boyunca toplumdaki sivil güçler, basın, psikologlar, toplum bilimciler... Breivik’in faşist ve ırkçı bir terörist olduğu kanısını pekiştirecek yönde yorumlar yaptılar. Breivik’i akli dengesi yerinde olmayan biri olarak görmek, on yıl boyunca sinsice planlanmış ve sonunda suçsuz onlarca gencin hayatına mal olmuş bir eylemi cezalandırmamak anlamına gelecekti. 


Sonuç olarak Breivik, Bilirkişi tarafından akli dengesi yerinde olan bir terörist olarak değerlendirilerek, 24 Ağustos 2012 tarihinde yapılan karar duruşmasında 21 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Az gibi görünse de Norveç’teki en ağır ceza olan 21 yıl hapse mahkûm edilen Breivik'in cezası müebbet hapse çevrilebilecek. Çünkü Breivik bu cezanın en az 10 yılını yattıktan sonra durumu her 5 yılda bir yeniden değerlendirmeye alınacak ve bu belli aralıklarla durum değerlendirmesi, ömür boyu hapiste kalmasını sağlayabilecek.

 

Ne ilginçtir ki, ülkeye Müslümanlar in girmemesi adına böylesine büyük bir katliam gerçekleştiren bu teröristi savunan İşçi Partili avukat Geir Lippestad ise, şimdi Oslo’da mültecilerin yerleşimi ve toplumsal hayata dahil edilmelerinden sorumlu bakan oldu! Geir müthiş bir hukuk adamı ve ödünsüz bir insan hakları savunucusu. Aynı zamanda vizyon sahibi bir politikacı. Oslo’nun göçmenlerle büyüyen çok kültürlü nüfusundan korkmak yerine bunu yepyeni imkanlar sunan bir gelişme olarak algılayan Lippestad, topluma da bunu yansıtmayı biliyor. Nazım’ın “En güzel günlerimiz henüz görmediklerimiz” dizelerini anımsatırcasına, “(göçmenlerle büyüyüp gelişen) Oslo’nun en güzel zamanları, henüz yaşanmamış zamanlarıdır,” diyor! 

1 kommentar:

  1. LÅNETILBUD FRA NOVELTY FINANCE"
    Hej!!! Står du og mangler et lån? Hvis ja, vil jeg anbefale dig at ansøge om et lån hos Novelty Finance.

    Mit navn er Davina Claire, jeg er finansdirektør i Novelty Finance, og du kan ansøge om et lån hos min virksomhed og få et lån på din konto inden for 24 til 48 timer. Det er kommet til min opmærksomhed, at mange mennesker finder det så svært at få et lån fra deres lokale banker eller andre finansielle institutioner på grund af høj rente, utilstrækkelig sikkerhed, gæld til indkomstforhold, lav kreditvurdering eller andre årsager.

    Hos NOVELTY FINANCE leverer vi finansieringsløsninger. Vi tilbyder alle former for lån (Personlån, Erhvervslån og mange andre). Vi tilbyder fleksible og flere lånemuligheder, herunder sikrede og usikrede lån, langfristede og kortfristede lån, der er skræddersyet til dine økonomiske behov.

    For forespørgsler/spørgsmål? - (Send en mail til noveltyfinances@gmail.com eller ring / WhatsApp via: +447915601531)

    Vi bestræber os på at gøre lån nemt, bekvemt og overkommeligt.

    Vores service er meget hurtig, troværdig og pålidelig, og du kan låne op til €15 millioner til en subsidieret rente på 3 % om året. Vi er det rigtige firma at kontakte, når du har akut behov for et lån.

    Ikke flere ventetider eller stressende bankbesøg, vores service er tilgængelig 24/7. Du kan ansøge om et lån når som helst og hvor som helst på dit eget bekvemme sted ved hjælp af din telefon eller din bærbare computer, alt du skal gøre er at kontakte os via
    E-mail: (noveltyfinances@gmail.com) ELLER
    ring og skriv til os på WhatsApp via: +447915601531

    Vi er altid glade for at yde økonomisk støtte.

    SvarSlett